MEVSİMLERİN SUÇU

Her mevsim başka başkadır. İlkbahar bile aynı değil…

Geçen yıl gelen ilkbaharla bu yıl gelen bahar da aynı değil. İki yıl önceki ile hiç değil. Daha öncekiler benziyordu sanki birbirine. İlkbahar ilkbahara sonbahar sonbahara. Geçen yıl ilkbaharda hayatta olan ne çok insan yok. Hele iki yıl önce var olan ne çok şeyi yitirdik…

Her yıl her mevsim birbirine benziyordu ya hani. İlkbaharda tabiat canlanıyor, güneş, toprak, yağmur, gökyüzü her şey gülümsüyordu ya hani…

Bugün başımı kaldırıp gökyüzüne baktığımda, ilk defa bana yabancı gelen bir baharı gördüm. Ben bu ilkbaharın yabancısıyım. Tanıdık gelmiyor hiç. 

Daha önce de Suriye’de, Arakan’da, Kudüs’te, Bosna’da, Afrika’da, Çeçenistan’da, Mynmar’da, Hocalı’da çok insan öldü ilkbaharı görmeden. Bugün de Ukrayna’da baharı görmeden ölmeye devam ediyorlar. Önceden bunları düşünüp görüyor kısa ya da uzun üzüntüler ah vahlardan sonra yaşamımıza devam ediyor, baharın gelişine gölge düşmesine izin vermiyorduk ruhumuzda. Şimdi bu gri bulutların ardında saklanan güneşi görme umudumuza ne oldu da sevinemiyoruz, sevinemiyorum… 

*

Böyle karamsar düşüncelerle sahilde yürümeye devam ettim. O koyu gri bulutlarda eşlik etti bana, isteksizce. Başka bir dünya başka bir şehir gibi tanıdık değil hiç kimse. Yanımdan geçen düşünceli, saçları ve etekleri uçuşan kadın belli ki işe yetişmeye çalışıyor. Belki bir zamanlar kendisine mısralarca şiirler yazılmış, dünyanın en güzel aşkını yaşamış, hatta kendisi de bir şiirdi ama şimdi dünyanın bütün tasası omuzlarına yüklenmiş gibi yorgun ve isteksiz yürüyordu. Az ilerde öğrenciler cıvıl cıvıl kızlı erkekli şen şakrak, savaşın çocuklarına benzemiyorlar. Yüzleri pırıl pırıl umut dolu. Ağaçlar dallarını, yapraklarını dua eder gibi gökyüzüne kaldırmış, bir yudum su için. Ufak ufak, mini mini yapraklar, pespembe tomurcuklar çiçeğe durmuş. 

Hayatımda ilk defa bir mevsimden korktum, üstelik mevsimlerin en güzeli ilkbahardan. Çocukların, ağaçların, evlerin üzerine gökyüzünden bombalar düştü. Her yer toz duman sadece ben umutsuzca, ayakta ve tüm bunlara şahit oluyorum. Benim de cezam hayatta kalmakmış gibi. 

İçimde sadece bir korku değil, bir hüzün; ayağa kalkmaya çalışan insanlara bakıyorum, tanıdık değiller, hatta bu dünyaya ait bile değiller. Başka bir baharın çocukları onlar. Yanımdan geçiyorlar, beni görmüyorlar. Ben onları görüyor ama tanımıyorum.

Yabancı olduğum bir mevsimin içinde kaybolmak, yabancı bir şehirde kaybolmaya benzemiyor. Konuşacak, soru soracak, aydınlık bir yüz, tanıdık bir sima arıyorum boşu boşuna. Ne yol var ne iz yürüdüğüm yerde.  

Oysa daha önce defalarca karşılaşıp selam vermediğim birilerini görsem boynuna sarılacağım. “Beni gör, bana bak, buradayım. Buradayız…” diyeceğim…

*

Kül rengi gökyüzü, simsiyah yerler yıkık dökük virane olmuş ceset ve yaralılarla dolu caddeden ilerliyorum. Bir ağaç anlamsızca canlı duruyor, tomurcukları meydan okur gibi pespembe, yaprakları yemyeşil.

İleride bir cadde üzerinde insanlar oturuyor. Belki bir çay bahçesiydi. Oturup bir çay içmek istesem, her şeyin bir kâbus olduğunu söylesem, onları da şahit tutsam, sanki silah doğrultacaklar bana.

*

Umutsuzca denize döndüm yüzümü, bir vapur yanaşıyor. Bulutların arasından güneş çıkıyor. Aydınlanıyor gökyüzü sonra da yeryüzü. Vapurdan öğrenciler iniyor ve bir yerlere yetişmeye çalışan telaşlı insanlar.

O an anladım ilkbahar hala hayattaydı. Mevsimleri bozan da güzelleştiren de insanlardı.

Hepsini kucaklamak istedim ama yapamadım. Hangisinin ruhunda çocukları, insanları, doğayı, dünyayı yok edecek kadar kin, öfke, hırs ve kötülük olduğunu bilmiyordum. 

Kolumun altındaki her sayfasında savaş, şiddet ve üçüncü sayfa haberleri olan gazeteyi parçalara ayırıp denize attım.


  •  
  •  

BELEDİYELER

EKONOMİ